Yüzlerce yıl boyunca denizlerde egemenlik eşittir Dünya'da egemenlik anlamına geldi. Denizlerde güçlü olan, ticaret yollarını da kontrol etti, uzak diyarlardaki kaynakları elde etme konusunda hep bir adım önde oldu. İngiltere'ye zirveyi yaşatan, üzerinde güneş batmayan imparatorluğunu elde tutmasını ve yönetmesini sağlayan bu deniz gücü ve bunun mümkün kıldığı imkanlardı. Günümüzde egemenliği elinde bulunduran Birleşik Devletler'in donanmasının tonaj olarak tüm diğer devletlerin donanma tonajından büyük olması herhalde bir fikir veriyordur.
Dolayısıyla donanmaları oluşturan üstün nitelikli gemiler, milli gücün birer simgesi haline geldi. Bunlardan en önemlisi ve tarihin akışını değiştireni herhalde HMS Dreadnought olmuştur. Bu gemi askeri denizciliği o denli etkilemiştir ki, adı zırhlı savaş gemisi kavramıyla eşdeğer hale gelmiş, döneminde inşa edilen zırhlı savaş gemilerini ifade etmek için dreadnought (dretnot) sınıfı şeklinde kullanılır olmuştu. Ondan önce inşa edilen gemiler pre-dretnot, yani ön dretnot olarak adlandırıldı. 1906 yılında göreve başlayan bu gemi artık emperyal gücün yeni simgesiydi ve onlara sahip olmak Dünya'da söz sahibi olmanın, güç sahibi olmanın nişanesi sayılıyordu. Dolayısıyla bu durum genel bir silahlanma yarışının fitilini ateşledi. İngiltere, Almanya, Fransa ve diğer emperyal güçler denizlerde bu yarışa dahil oldular. Kendi donanmalarını bu yeni ve güçlü silahla donatma çabasına giriştiler.
(Altta HMS Dreadnought)
Tabi bu yarış yalnızca küresel güçler ile sınırlı kalmadı. Eskiden onların arasında olan, yeniden bu güçlerin arasına katılma hayalleri kuran irili ufaklı ülkeler de en azından bölgelerinde söz sahibi olabilmek için dişlerinden tırnaklarından arttırdıkları birikimleri ve dev kaynakları bu gemilere sahip olma amacına harcadılar.
Yunanlıların bu konuda gösterdiği çabalar bizi de derinden etkilemiş, şu ara gündemde olan uçak gemisi yahut yavrusu olan havuzlu çıkarma gemileri sahibi olarak bölgede söz sahibi konuma yükselme idealimiz gibi, bir milli gemiye sahip olma çabamızın fitilini ateşlemiştir. Yunanistan, 1910-1911 arasında İngilizler ile birlikte yürüttüğü donanma modernizasyonu sonucu Ege'de oldukça iyi bir pozisyona yükselmiş, manevra kabiliyetinde gözle görülür iyileşmeler gerçekleşmişti. Sonuçta 1912'de donanmaya İtalya'dan alınan modern zırhlı kruvazör Averof'un katılmasıyla Ege'de dengeler kökünden değişti. Averof o dönem için oldukça modern ve hızlı bir kruvazördü. Tek başına tüm Osmanlı donanmasını kontrol altında tutabiliyordu. Kendi başına Balkan Savaşlarında Anadolu'dan, Rumeli'ye yardım göndermemizi engellemiş, Osmanlı donanmasının Çanakkale Boğazı'ndan çıkmasına izin vermemişti. Osmanlılar Yunanistan'ın Averof atağına cevap vermeye çalıştı ve SMS Moltke gibi modern Alman gemilerinden almak istediler fakat yüksek maliyetler nedeniyle bundan vazgeçildi. Bunun yerine Almanya'dan modası geçmiş iki ön-dretnot alındı. Barbaros Hayreddin ve Turgut Reis adı verilen zırhlılar acınacak haldeydi. Telefonları çalışmıyor, mesafe ölçerleri bulunmuyordu. Gemilerin tüm kritik bölgeleri örneğin su pompaları korozyona uğramıştı ve herhangi bir hasar sonucunda geminin kalan kısımlarının su almasını önleme amacıyla yapılan su geçirmez kapılar kapanmıyordu. Hamidiye ve Mecidiye kruvazörleri ile birlikte Osmanlı Donanmasının Balkan Savaşlarında çekirdeğini oluşturan bu dört gemi Averof karşısında varlık gösteremediler.
Dolayısıyla gelen ezici yenilgi sonucu tüm yurtta modern bir zırhlıya sahip olma refleksi gelişti. Donanma Cemiyeti kuruldu ve kahvehanelerde ve benzeri yerlerde “Kendimize ait modern bir zırhlıya sahip olma” amacıyla halktan bağış toplandı. Sonuçta Reşadiye ve Sultan Osman gemileri için halktan toplanan paralarla İngiltere'ye sipariş verilir. Yapımı sürecinde, inşaatın gerekli şartlara uygun devam edip etmediği husunda rapor verecek yerli uzman olmadığı için, bu konudaki raporlar bile İngiliz mühendislerden alınmıştır.
Gemilerin tamamlanmasına yakın, Rauf Bey nezaretinde 1200 mürettebat Londra'ya gitti. Ayrıca gemilerin son taksiti de çoktan yola çıkmıştı. Ne var ki bu sırada Birinci Dünya Savaşı'nın patlak vermesi sonucu İngiltere gemilere el koyma kararı aldı. Dolayısıyla bu gemileri donanmamıza katamadık. Sonuçta gücün simgesi olan zırhlılara kavuşma ve eski emperyal günlerimize dönme hayali yollarımızı Almanya ile kesiştirdi. Küresel gücün bilek zoruyla paylaşıldığı Birinci Dünya Savaşı'na, İngiltere tarafından el konulan gemilerimizin yerine Almanya'dan “satın aldığımız” Goeben ve Breslau ile girdik. Sonrası hepimizin malumu.
(Altta eski SMS Goeben/ Yeni adıyla Yavuz Kruvazörü)
Günümüzde yine küresel iplerin gerildiği, her alanda ve satıhta güç mücadelesinin yaşandığı bir dönemden geçiyoruz. Yine prestij amacıyla, söz sahibi olma amacıyla yerli havuzlu çıkarma gemilerinin ya da uçak gemilerinin peşindeyiz.
Sonuçta İkinci Dünya Savaşı ve uçak gemileri sayesinde uçakların denizlerde de egemen olması, dretnot gibi zırhlı savaş gemilerinin çağını bitirdi. Bu dönemde uçak gemileri genellikle diğer gemilerden devşirilen basit platformlardan ibaretti. Savaş sonrası dönemde teknolojileri birçok evrimden geçti ve ateş güçleri küçük ülkeleri ortadan kaldırabilecek boyutlara ulaştı. Artık günümüzde küresel güç olmanın yeni nişanesi uçak gemilerine sahip olmak demek. Çin yakın zamana kadar BM'in kilit beş ülkesi içerisinde uçak gemisine sahip olmayan tek ülkeydi. Bu açığını kapatmak için ne kadar çalıştığını biliyoruz. Sözde turistik amaçlarla alınan ve boğazlarımızdan geçirilen Varyag hadisesi hala akıllarımızda. Bugün Varyag uçak gemisi olarak Çin donanmasında hizmet veriyor ve bu gemiden elde edilen teknolojik birikim ile Çin yeni uçak gemilerinin inşasına da başlamış durumda.
(Başlangıçta uçak gemileri başkaca gemilerden devşirilen basit platformlardan ibaretti. Örneğin altta görülen USS Langley bir kömür gemisinden uçak gemisine dönüştürülmüştü.)
Tabi uçak gemisi sahibi olmak bizim boyutlarımızda bir ülke için gerçekçi bir hedef değil. Gerekli bir hedef de değil. Türkiye Çin ile Tayvan konusunda çekişen yahut Güney Amerika civarındaki ekonomik çıkarlarını koruması gereken bir ülke değil. Dolayısıyla uçak gemisi gibi ultra pahalı bir yatırım son derece gereksiz. Zira problem yaşadığımız ülkeler genellikle yurttan kalkan uçaklarımızın menzilinde bulunuyor. Üstelik sadece uçak gemisini yapmakla da bitmiyor. Türkiye'nin şu an elinde bulunan donaması kadar bir gücü de, uçak gemisinin korunması için ona refakat amacıyla kullanması gerekiyor. Dolayısıyla uçak gemisi ve küresel güç hedefi şu aşamada bir hayal.
(Altta Amerikan Donanması'nın en önemli uçak gemilerinden USS Nimitz görülmekte. 330 metrelik boyu, 90 uçak taşıma kapasitesi ve çeşitli füzeleri ile Dünya'nın en önde gelen uçak gemisidir. ABD'nin önümüzdeki yıllarda donanmasına katmayı hedeflediği yeni nesil uçak gemilerinin tanesinin 18 milyar dolara mal olması bekleniyor.)
Fakat havuzlu çıkarma gemileri açısından durum böyle değil. Kıbrıs Savaşı yahut daha yakın dönemde Libya'dan vatandaşlarımızı tahliye ederken çektiğimiz zorluklar düşünülürse donanmamızın böyle gemilere sahip olmasının elzem olduğu su götürmez bir gerçek. Bunlar uçak gemilerine göre daha küçük ve ucuz, bünyesinde birkaç tane uçak taşıyabilen gemiler. Tabi bir uçak gemisi gibi 50-70 tane uçak taşıyamazlar sayı genellikle 7-10 civarı olur. Bunun yanında belli sayıda tank, zırhlı araç ve piyadeyi, helikopterler ile birlikte bir bölgeye hızlıca çıkarabilirler. Kıbrıs, Yunan adaları vb sorunlu bölgelere müdahale imkanı açısından çok önemli bir atılım bu. Burada hemen belirteyim. Bu oralara müdahale edelim, gemiyi aldık hadi Kıbrıs'ta tekrar savaşa girişelim mantığıyla yazılmış bir şey değil. Zaten ülkeler savaşmak için değil, savaştan caydırmak için silahlanırlar. Bakın ABD'de atom bombası vardı, Japonya'da yoktu.. ABD çekinmeden bombayı kullandı. ABD'de atom bombası vardı, SSCB'de atom bombası vardı.. Soğuk Savaş asla sıcak savaşa dönüşmedi. Çünkü iki tarafın da sahip olduğu ölümcül kitle imha silahları, tarafları savaştan caydırdı.
(Türkiye'nin sahip olmayı düşündüğü birkaç uçak da taşıyabilen havuzlu çıkarma gemilerine verilebilecek en güzel örnek. Ne yazık ki bazı komik gazetelerde yazılan haberler gibi Batı'ya korkudan çığlık attırabilecek bir silah platformu değil. Böyle haberlerle neden komik duruma düşürür bir ülke kendisini anlamakta zorlanıyorum.)
Türkiye'de gelecekte olası Averof hezimetlerini engellemek için donanmasını her daim modern ve etkili tutmak zorunda. Ege'de barış ancak bu şekilde korunabilir. Lakin amaç hiçbir zaman zamanın süper silahlarına sahip olarak eski emperyal günlerimize dönme hayali çerçevesinde şekillenmemeli. Aksi halde bu temelsiz ve gücümüzle uyumsuz hayaller bizi yine Birinci Dünya Savaşı gibi felaketlere itmekten başka bir işe yaramayacaktır.
Bir de ekleme yapayım. Averof bugün Yunanistan'da müze gemi olarak hizmet vermektedir. Hala Yunan donanmasına ait bir gemi yakınından geçerken Averof şerefine top atışı yapar ve gemiyi selamlar. Bizim efsane gemilerimiz Yavuz, Hamidiye ya da diğerleri nerededir sizce?
Korvet de, muhrip de, fırkateyn de, kruvazör de, muharebe gemisi de(battleship), uçak gemisi de SAVAŞ GEMİSİ(WARSHIP) olup, "battleship'in SAVAŞ GEMISI diye cevrilmesi doğru değildir.
YanıtlaSilYorum için çok teşekkür ederim. Tüm muharip gemiler kastedildiğinde genellikle warship kullanılır. Battleship dretnot ve süper dretnotlardan sonra inşa edilen büyük kalibre silahlarla donatılmış büyük ve zırhlı gemi sınıflarını ifade eder. Kendi başına bir gemi sınıfını ifade ettiği için destroyer, kruvazör gibi gemiler literatürde battleship olarak geçmezler. Türkçe'ye zırhlı olarak çevirmek belki daha doğru olabilir ama orada da zırhlı kruvazör, savaş kruvazörü, korumalı kruvazör gibi daha küçük ya da görev tanımı farklı gemilerle karışabiliyor. Ayrıca terimleri pek bilmeyen insanlar zırhlı dendiğinde olayı göz önüne getiremeyebiliyorlar. Bu sebepten zırhlı ve savaş gemisi tanımlarını beraber kullanmak daha işlevsel oluyor.
Sil