10 Eylül 2015 Perşembe

Tarihçi Olmayan Sıradan Bir Türk’ün Tarih ile İmtihanı

                İlkokuldan itibaren hepimiz bir şekilde tarihle iç içe giriyoruz. Sevmediğimiz derslerle, sınavlarla girmek zorunda kalıyoruz aslında daha çok. Bazılarımız tarihin romantik tarafına zaten meraklı, sanırım zamanının biraz gerisinde kalmış toplumlar ilk sarılacak şey olarak tarihi görüveriyor. Sonra özlem duyduğu, öyle olmasını istediği her şeyi o uçsuz bucaksız romanın içerisine boca ediyor. 

               Mantıklı bir şekilde ele alıp faydalanabileceği tarihi gerçekleri, efsanelerle ve masallarla süslüyor yani kısaca. Belki böyle yaparak insanlara umut verdiğini düşünüyor, amacı onların kendilerine güven duymasını sağlamak. İşte ilahi yardımlar ile kılıç kalkan muharebelerinin kazanılmasından tutun, ordunun bir çölden geçerken yağmurun başlaması ve yine ordunun intikali sırasında bir askerin geçtiği bahçeden meyve koparıp yerine para takması hikayelerine kadar yüzlerce örneğini bulabiliriz bunun.

            Osmanlı tarzı askeri bir medeniyet düzeninde, ordu intikali gibi bir ciddi meselenin, bu kadar askerin vicdanına terk edilmiş şekilde gerçekleştirileceğine inanmak biraz saflıktır. İntikalin kesin emirler çerçevesinde yürütüldüğü ve en ufak ihmalin cezalandırıldığı biliniyor. Bırakın meyve koparmayı, bir askerin atı tarlaya girip otlansa dahi cezası ölüm olabilir. Çünkü talan edilen bir tarla, seneye aynı yoldan geçen ordunun aç kalması ve belki de dağılması anlamına gelecektir. Ama yok sanki ihtiyaç varmış gibi Anadolu insanının dürüstlüğünü kanıtlayacak böyle hikayeler uyduruluyor.  Padişahlar uhrevi boyutlara taşınıyor. Ondan sonra baştan gayrı ciddi bir iş olan dizi seti önünde toplanıp protestoda bulunanlar büyük bir inançla bizim ecdadımız içmezdi diye bağırıyor. E içerdi kardeşim kaç kere araştırdın. Ayıp veya değer küçülten bir durum da değil bu. Ama ne yazık ki bizde ki muhafazakar kesimin rüyalarındaki devlet imajını Osmanlı tarihine yedirmeleri sonucu ortaya böyle durumlar bolca çıkıyor.

              Zira bunu tımar sisteminde de görebiliyoruz. Bu sistemin zamanına göre muhteşemliği sayesinde Osmanlı neredeyse masraf yapmadan yüz bine yakın atlı asker besleyebilirken, rakibi Şarlken yirmi otuz bin paralı askerinin maaşlarını ödeyebilmek için tefecilerle uğraşmak zorundaydı. Nedense tımar ve paralelindeki yeniçeri sistemi bozulunca iman gücü sekteye uğradı ve işe yaramaz oldu. Sonrası arka arkaya yenilgiler ve durmaksızın gerileme. 

               İnsanlar seviyor böyle hikayeleri. Bu çıplak elle orduları yenmeye kadar gidiyor sonra. Evliyalar kalkıp askerin yanında mı savaşmıyor? Önünü alamıyorsun. İşte bir noktadan sonra tehlike başlıyor çünkü insanlar gerçekten bunlara bir kere inanmış oluyor. Ondan sonra ne uzman tarihçileri dinliyor ne başka bir şey.

               Yine Türklerin kılıçta malzeme olarak çelik kullanmaya çok erken dönemde başlaması, demir ve bronz kılıçlar kullanan medeniyetlere baskın gelmesini sağlamıştır. Bu iki malzeme karşılaştığında çelik karşısında diğerlerinin şansı yoktur. Avrupa kılıçlarda çelik kullanmaya çok geç dönemlerde başlamıştır. Bunun yanında kılıç formları da, yani uzun ve hantal şövalye kılıçlarının yakın muhaberede eğri Türk kılıcı kadar kullanışlı olmadığı çok açıktır. Yine Avrupa'da tek form bir şövalye kılıcı görmekteyiz, bunun karşısında Türklerin her askeri sınıf için ayrı formda ve ihtiyaca göre kılıç tasarladığını görüyoruz. Sipahi, akıncı vs ihtiyacına göre bir kılıç kullanıyor. Hatta daha da ileri gidelim “Tüfek icad oldu mertlik bozuldu” lafı Anadolu'da yiğitlerin düelloları için geçerli olabilir fakat Osmanlı Avrupa'dan çok önce ateşli silah teknolojisini geliştirmiştir. Bölge devletleri açısından da böyle. Çaldıran savaşında Şah İsmail'in ordusuna karşı Yavuz'un ateşli piyade gücü ve topları farkı yaratmıştır. 
 
          Osmanlı Mohaç'ta kılıç kalkan ile değil topçusuyla kazanmıştır savaşı benzeri bir cümlesini hatırlıyorum İ.Ortaylı'nın. Gerçekten de dönemin Avrupa çapında ünlü zırhlı Macar suvarisini durduran Osmanlı'nın üstün top ateş gücüdür. Ama insanımız romantik hikayeleri daha çok tercih ediyor. Yine aynı hükümdar döneminde Akdeniz'in Türk gölü olması hikayesinden bahsedilir. Bırakın Sicilya, Sardinya adaları ve Marsilya ile Venedik gibi limanları, Girit'i bile elinde bulunduramayan bir devlet nasıl Akdeniz'i göl yapar ben açıklayamadım kendime bir türlü. 
 
             Peki sadece tarihin derinliklerinde kalan meselelerde mi bu böyle? Hayır daha dün yaşadığımız Birinci Dünya Savaşında bile görebiliyoruz bunu. Gerçi sadece Çanakkale Savaşında var çünkü kazandığımız tek cephe diyebiliriz.. Çanakkale'de envanteri belli, genellikle iyi donatılmış, hatta döneminin en ünlü Alman sahra topları ile takviye edilmiş ordumuz yine uzman komutanlar tarafından idare ediliyordu. Bunların teknik ayrıntılarını konuşmak ayrıca sayfalar gerektirir herhalde. Ama Türk insanı alır bu koca savaşı, emekleri, fedakarlıkları ve melekler bizim yanımızda savaştı kazandık seviyesine indirir. Neden Balkan Savaşında ya da Sina cephesinde, Kafkas cephesinde, Viyana bozgunlarında vs yanımızda değillerdi gibi garip çıkarımlara gitmek zorunda kalıyoruz biz de.

            Biz hiçbir dönem tarihten ders almadık. Hep kendimize yonttuk. Korkarım ki tarihte başımıza gelen felaketleri daha çok yaşarız. Çünkü Çanakkale'de çıplak elle orduları yendik ve yüzbinlerce şehit verdik diyen ve bununla övünen insanlar, asıl yapmaları gerekenin ne yaparız da bir daha çıplak elle güçlü ordulara karşı savaşmak zorunda kalmayız demek olduğunu düşünmüyorlar. Savaşı savaş sanatının doğrularını yerine getirenler kazanır. 

           Ki bugün politik öngörüsüzlüğün sebebi de tarihi iyi bilmemekten kaynaklı bana göre. Roma'yı, Avrupa'nın karanlık çağlarını, yüzyıl savaşlarını, Napolyon'u, Britanya İmparatorluğu'nu, Rusya'nın ortaya çıkışını, Haçlı Seferleri'ni, sömürgecilik çağını, Amerika'nın ortaya çıkışını, Birinci ve İkinci Dünya savaşını ve son olarak Soğuk Savaşı iyi incelememiş birinin bence bugün ki meseleleri geniş açıdan görebilmesi çok zayıf bir ihtimaldir. Ki özellikle muhafazakar kesimin jeopolitik öngörüsünün halifelik ilan edilse dertler biter ve Mısır ‘da duvara Allah yazısı astılar diye darbe yaptırdı dış güçler seviyesinde olduğu açıkça görülüyor. Halife gözünden şimşek çıkarıp yakacak mı Amerika'yı muhterem? Türk halife fikri Arap coğrafyasında hiç olmadı, 19.yy'da da tamamen tükendi. İşte bu coğrafyanın tarihini ve koşullarını bilmezsen hala halifelik gibi bir makamın mümkün olduğu ve işe yarayacağı rüyasını görmeye devam eder ve elini attığın her dış politika hamlesinde dayak yersin..

3 yorum:

  1. osmanlı ordusunun intikali esnasında tarlalara veya kadınlara zarar vermemesini şu şekilde düşünebiliriz.edirneden kalkan bir ordu avusturya sınırına kadar zaten kendi topraklarında yürüyor.yaklaşık 1300 km.e asker zaten kendi sınırları içindeki halkın can ve mal güvenliğini korumak zorunda ki nasıl yağma yapsın.devlet zaten haraç ve cizyesini alıyor.egemenliği altındaki halklar padişahın kulu.asker padişahın kullarını nasıl yağmalayabilecek(bu arada askerde padişahın kulu).yani avusturya sınırına kadar vatandaşının tarlasına giremez.ta ki osmanlı sınırları bitip habsburg topraklarına girdikleri anda artık ordu için her şey ganimettir ve helaldir.üzüm tarlalarına veya kadınlara verilen zararları birde avusturya ve hırvat vs köylülerine sormak lazım.
    erken dönemde özellikle akıncılar, geç dönemde başıbozuklar avrupa topraklarına akınlar yapıp halkın can ve malına tehdit oluşturmuştur.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Kesinlikle, dönemde yaşamış seyyahların, tarihçilerin ve anlatıcıların önemli kayıtları vardır bunlarla ilgili. Hem Avrupalı hem Osmanlı paşalarından kalan yazılı anlatımlar.

      Sil
  2. muhafazakar kesim din iman gücü, yeşilsarıklı evliyalar vs efsaneler uydururlar.viyana kuşatması tarihi 1683, rusların yeşilköye gelmesi 1878.ordu bu tarihler arasında tarumar olup yeşilköye kadar çekilirken muhafazakar kesimin yeşil sarıklı evliyaları neredeydi diye sormak gerekir.
    çanakkale savaşında başarı sağladık fakat nasıl.almanlardan alınan nusret mayın gemisi, almanlardan alınan krupp topları, almanlardan alınan mavzer tüfekleri, almanlardan alınan maxim makineli tüfekleri...bu liste daha da uzar.
    yine avrupalı askeri uzmanların yönlendirmesindeki askeri okullardan çağdaş bir eğitim görüp mezun olan yetenekli komutanlar sayesinde savaş kazanıldı.
    osmanlı devleti yalnızca üç beş subayla değil toplum olarak çağdaşlaşabilseydi çanakkale savaşı yaşanmazdı.çünkü ingiliz-fransız donanmaları çanakkale gibi dar bir su yoluna gelmeye bile cesaret edemezlerdi.donanmamız olsaydı savaş akdenizde( ve belki hint okyanusunda, atlantikte) yapılan donanma savaşıyla kalırdı.
    burada şapkamızı önümüze koyup düşünmemiz gereken neden silahlarımız hep alman yapımı?, biz neden yapamamışız?,
    ingiliz donanması 1807'de marmara denizine girdi.çanakkalede savunma yapan toplardan bazıları fatih sultan mehmetin döktürdüğü toplardı.aradan 350 yıl geçmiş fakat hala fatihin toplarıyla kendini savun.
    krupp topları olmasaydı seyit onbaşının kahramanlığıda olmayacaktı(şahi topuyla ateş ederdik artık çelik gemilere), ya da avrupa yapımı nusret gemisinin olmadığını düşünün savaştaki kahramanlıklar ortaya çıkmayacaktı.

    YanıtlaSil