İzleyiciler

4 Şubat 2021 Perşembe

Battlecruiser/Muharebe Kruvazörü Sınıfı

                         1800'lerin sonu ve 1900'lü yılların başı, donanma tarihi ve gelişimi açısından önemli olaylarla doludur. Bu dönemde yeni taktikler ortaya çıktı; motorlar yelkenlerin, demir ve çelik ahşabın yerini aldı. Birçok gemi sınıfı tasarlandı, üretildi ve arasız süren savaşlarda denendi. İşte muharebe kruvazörleri de bu çalkantılı dönemde ortaya çıkan capital gemi sınıflarından birisidir. 

                       Doğru söylemek gerekirse de özellikle Jutland Savaşı ve Bismarck-HMS Hood düellosu sebebiyle adları lekelenmiş bir gemi sınıfı. Genellikle muharebe/savaş kruvazörleri ile ilgili bilgiler, yayınlar ve görüşler; bunların ne denli başarısız tasarımlar olduğu, kırılgan yapıları gibi olumsuz özellikleri çerçevesinde anlatılagelir. 

                       Peki gerçekte durum böyle midir? Bundan da öte, bir savaş aracını mükemmel kılan şey nedir? Üretildiği anda kağıt üzerinde mükemmel kabul edilebilir bir savaş aracı var mıdır? Mantıklı cevap elbette hayır. Bir savaş aracını mükemmel kılan şeyler kullanılacağı çevreye uygunluğu, kendisinden beklenen göreve uygunluğu ve çerçevesinde kullanılacağı doktrin/taktiklere uygunluğudur. Elbette üretim ve bakım kolaylığı gibi ekstra etmenlerle bu liste uzayıp gider.  

                      Savaş kruvazörleri için de durum böyledir. Bu sınıfın yaratıcısı, ünlü HMS Dreadnought'un da fikir babası olan ve dretnot çağını başlatan Amiral John Fisher'dır. Dönem, baskın gemilerin dretnotlar/zırhlılar ve onlardan silah ve zırh bakımından daha zayıf olan kruvazör/zırhlı kruvazörler olduğu dönemdir. Zırhlılar karşılıklı savaş hatlarında top atışlarıyla savaşırken, kruvazör unsurları genellikle ikincil hatlardan sortilerle onlara topçu desteği verir, filoyu daha küçük torpido botlarının yahut destroyerlerin saldırılarına karşı korurdu. Bunların dışında asıl önemli görevleri ise, hızları sayesinde düşmanın deniz ticaret yollarını vurmaya yönelik "Commerce raid" ticaret baskınlarıdır. Zırhlılar ve dretnotlar ağır zırhları nedeniyle kruvazörlerden daha yavaş olduklarından onları yakalayamazlar. Kruvazörlere karşı kruvazörleri kullanmak da genellikle sonucu şans faktörüne de bağlı olan bir denemedir. 

                        O dönem Almanya da İngiltere ile düşmandır ve denizlerde Royal Navy karşısında oldukça zayıf durumdadır. Bu sebepten Kayzerin donanması, İngilizlerle doğrudan bir çarpışmaya girmek yerine, onların tüm okyanuslara yayılmış haldeki ticaret yollarına akınlar düzenleyip ticaret gemilerini batırarak İngiltere'yi açlığa mahkum etme hedefi doğrultusunda taktikler belirlemiştir. SMS Emden örneğinde görüldüğü üzere yer yer çok da başarılı olmuştur. İkinci Dünya Savaşı yıllarında aynı taktiği bu sefer U-bot yani denizaltılarla deneyeceklerdi. Fakat konumuz bu değil. 

                        İşte bu tehditlerin sebep olduğu ticaret yollarını güvende tutma arayışı, Amiral Fisher'ın aklında yeni bir konseptin doğmasına sebep oldu. Yeni bir capital gemi. Zırhlılar kadar büyük silahlara sahip olacak, dolayısıyla kruvazörlere karşı baskın bir ateş gücü avantajı elde edecekti. Aynı zamanda bu gemi zırhlılarla savaşmak için değil, kendisine göre çok daha küçük silahlara sahip kruvazörler ile savaşmak için tasarlanmıştı. Dolayısıyla bir zırhlıya göre zırhından feragat ederek hafiflik sağlanabilir ve bu durum hız için ekstra avantaj sağlayabilirdi. Yani ortaya kruvazörleri yakalayabilecek kadar hızlı ve onlardan çok daha güçlü silahlara sahip bir gemi tipi çıkıyordu. Amacı tamamen ticaret akıncılarını yakalayıp batırmaktı. Eğer kendisine denk silahlara sahip bir zırhlı ile karşılaşırsa da ondan kaçabilecek kadar hızlı olacaktı. Amiral Fisher bu durumu, hızlarının bu gemilerin zırhı olacağı şeklinde özetlemiştir. Mantık çok basit, haydut kruvazörü ara, bul ve batır. Bunu yaparken bir düşman zırhlısına mı rastladın? Hemen dön ve tam yol ileri kaç! 

                      Bir amaç belirleniyor, o amaca uygun bir tasarım ile savaş kruvazörleri üretiliyor. Ki bu amaç doğrultusunda kullanıldıklarında Falkland Muharebesi (I.Dünya Savaşı) gibi örneklerde görüldüğü gibi savaş kruvazörü konsepti gayet başarılıdır. İngiliz savaş kruvazörleri HMS Invincible ve HMS Inflexible, Alman ticaret akıncısı kruvazörleri SMS Scharnhorst ve SMS Gneisenau'yu yakalayıp batırabildiler. Ticaret akını görevi verilen Alman Doğu Asya Filosu yok edilmiş oldu. Yine Heligoland Bight (I.D.Savaşı) Muharebesinde İngiliz savaş kruvazörleri Alman hafif kruvazörlerinin üçünü batırıp, üçünü yaralamayı başarmıştı. 

                     Amaç-dizayn ilişkisini biraz açalım. İngilizler çok geniş alanlara yayılan imparatorluklarının uçsuz bucaksız deniz yollarını güvende tutmak zorundaydılar. Bunun için denge terazisini hep hızdan yana ağır bastırdılar. Genel olarak bir gemi dizaynının 3 ana unsuru vardır. Silah, zırh ve hız. Bunların üçü aynı anda mükemmel olamaz. Büyük silahlı, çok ağır zırhlı bir gemi yavaş olacaktır. Zırhtan çok kısan bir gemi de hızlı fakat dayanıksız. İngilizler bu sırayı Sürat > büyük silahlar > zırh koruması şeklinde dengelediler. Almanlarda durum tersiydi. Alman donanması denizlerde her daim Royal Navy'nin demir yumruğu altında hareket etmek zorunda olmaları ve aradaki sayı üstülüğü farkı nedeniyle major bir deniz savaşında birinci hat üzerinde savaşabilecek yüzen her şeye ihtiyaç duymalarından dolayı zırhtan o kadar kolay vazgeçemediler. Onlar da bu sorunu iyi zırh korumasına sahip, nispeten iyi hızlı fakat İngiliz rakiplerinden daha küçük silahlı muharebe kruvazörleri üreterek çözdüler. Zırh koruması > hız > silah büyüklüğü de Alman dengesini oluşturuyordu. 

                      Peki her şey mantık dahilinde giderken savaş kruvazörlerine bu kötü şöhreti getiren hatalı örnek neydi? Burada tarihte dretnotların karşılıklı savaştığı en büyük deniz muharebesi olan Jutland Muharebesine bakmamız gerekiyor. İngilizler bu savaşta muharebe kruvazörü konseptini neden tasarladıklarını unutmuşçasına, onları birinci hat gemileri yani zırhlılar/dretnotlar gibi düşman dretnotları ve muharebe kruvazörleri ile namlu namluya savaşa soktu. Halbuki tasarım aşamasında bile bu geminin kendisininkine denk silahlara sahip bir düşmanla karşılaşması durumunda hızı ile ondan kaçması bekleniyordu. Bu yetmezmiş gibi zaten zırh koruması zayıf olan savaş kruvazörlerine alabileceğinden fazla cordite barutu ve cephane yüklenmişti. Bunların birçoğu hızlı ateş edilebilmesi amacıyla kutularının ve zırhlı cephane bölmelerinin dışında, barbetlerde yerlere istiflenmişti. 

                       Dolayısıyla Alman gemilerinin, İngiliz savaş kruvazörleri üzerinde kaydettiği hemen her isabet katastrofik patlamalara sebep oldu. HMS Invincible ve HMS Queen Mary öyle şiddetli patladı ki gemiler ikiye bölünerek battı. HMS Indefatigable da cephaneliğinin havaya uçması sonucu batan muharebe kruvazörlerindendi. Bu üç gemide can kaybı toplam 3318'di. Invincible'dan yalnıca 6 kişi kurtarılabilmişti. Queen Mary'de 18, Indefatigable'da ise 3 kurtulan vardı. İngiliz Amiral David Beatty'ye birbiri ardına havaya uçan gemilerine bakarken "There seems to be something wrong with our bloody ships today" dedirten şey işte buydu. 

                       Halbuki sorun gemilerde değildi. Jutland savaşına katılan Warspite gibi dretnotlar da muharebe kruvazörleri kadar isabet almasına rağmen hiçbiri havaya uçmadı. Çünkü zaten namlu namluya savaşta düşmana ateş ederken, onlardan gelecek karşı ateşe de dayanmak amacıyla üretilmişlerdi.  Keza Alman savaş kruvazörleri de cephanelik patlamaları yaşamadı, SMS Seydlitz gibi aklın alabileceğinden fazla isabet alanlar dahil.. Almanlar yalnızca SMS Lützow'u kaybetti. Dolayısıyla yanlışlık gemilerde değil, onların tasarım hedeflerinden saptırılarak kullanılmasındaydı. 

                       İngilizler bunu, İkinci Dünya Savaşı'nda Avrupa'da üretilmiş en ağır, modern ve büyük zırhlı olan Bismarck'ı avlamak için Birinci Dünya Savaşından kalma bir muharebe kruvazörü olan HMS Hood'u ve yeni bir zırhlı olması dolayısıyla tecrübesiz mürettebata sahip HMS Prince of Wales'i görevlendirdiklerinde de kanıtlamayı başardılar. Bismarck'ın 380'mm'lik yüksek hızlı topundan ateşlenen mermi 15 km mesafeden HMS Hood'u vurdu. Zırhı delen mermi cephaneliğin patlamasına sebep oldu. İlk başta Hood'un gövdesinden 150-200 metreyi aşan bir ateş sütununun çıktığını gören Prince of Wales'dekiler ardından geminin şiddetli bir patlamayla dumanlar arasında kaybolduğunu bildirdiler. Patlama öylesine şiddetliydi ki dev gemi ikiye ayrılmış ve ön kısmı bir süre daha ilerlemeyi sürdürmüştü. Ardından ön kısım da suya 90 derece dik hale gelip sonra sulara gömüldü. 1418 mürettebattan yalnızca 3 kişi kurtulabildi. 

                    Yani savaş kruvazörleri lanetli bir tasarım hatası değildi. Onların değerini, çerçevesinde kullanıldıkları amaçlar ve taktikler belirledi. 

6 Aralık 2018 Perşembe

US Aircraft Carrier Essex CV-9/Amerikan Uçak Gemisi Essex

İkinci Dünya Savaşı’nda Amerikan Donanmasının özellikle Pasifik’te bel kemiği olan ve savaşın gidişatını Japon Donanması aleyhine değiştiren Essex sınıfı uçak gemilerinin ilki. Savaşta direk kamikaze isabeti almasına rağmen batmadan kurtulmayı başarabilmiştir. Üzerinde Hellcat avcı, Dauntless pike bombardıman ve Avenger torpido uçakları ile. 




27 Kasım 2018 Salı

J.Marseille Messerschmitt Bf 109 F-4 Trop (Tropik Kamuflaj Versiyon)



2. Dünya Savaşı'nın en önemli avcı aslarından olan Joachim Marseille'in Afrika'da kullanarak "Der Stern von Afrika" lakabını aldığı Messerschmitt Bf 109'u yapıp boyamaya çalıştım. Marseille daha sonra geçtiği Bf 109 G6 model uçağının motor arızası sebebiyle düşmesinden önce 154'ü avcı olmak üzere 158 düşman uçağı düşürmüştü. 












2 Eylül 2018 Pazar

RMS TITANIC Model

              Pek kusursuz olmadı ama yine de içime sindi diyebilirim. İlk sivil gemi modelim. 





21 Ağustos 2018 Salı

İkinci Dünya Savaşında Alman Motorize Piyade ve Panzergrenadier (Mekanize Piyade) Tümenleri



                      İkinci Dünya Savaşında Alman ordusunun Blitzkrieg doktrini çerçevesinde en önemli unsurlarından olan panzergrenadier tümenlerinin düzeni ve teşkilatlanması hedeflenenden farklı olmuştur. Bu yazıda 1939 organizasyonuna göre motorize piyade tümenlerinin ve 44 organizasyonuna göre panzergrenadier tümenlerinin yapılarına bakacağız.
             
                     Burada ilk önemli durum, panzer kelimesi bildiğimiz anlamda tankın karşılığı olmasına rağmen, panzergrenadier tümeni aslında mekanize piyade tümeni anlamına gelmektedir. Ayrıca her ne kadar onları motorize piyade tümenlerinden ayrı tutmuş olsak da, teçhizat ve donatım sıkıntıları nedeniyle İkinci Dünya Savaşında görev yapmış pek çok panzergrenadier tümeni aslında basitçe motorize piyade tümeni idi. Örneğin bir mekanize piyade tümeninin olmazsa olmazı diyebileceğimiz paletli ve zırhlı personel taşıyıcılar çoğu tümene dağıtılamamış ve genel kullanımı seçkin bazı Wehrmacht ve SS tümenleri ile sınırlı kalmıştır.

(Savaş boyunca motorize/mekanize tümenlere bağlı askerler zırhlı personel taşıyıcı eksikliğinden dolayı Opel Blitz gibi kamyonlar ile taşındı)


                     İkinci Dünya Savaşı boyunca oluşturulmuş panzergrenadier tümenlerini teşkilatlanmaları açısından  başta panzergrenadier 43 ve panzergrenadier 44 olarak ikiye ayırabiliriz. Daha sonra tüm panzer ve panzergrenadier tümenleri tekrar organize edilerek panzer tümeni 45 teşkilatlanması oluşturulmuştur. Dolayısıyla panzergrenadier 44 savaşın son mekanize/motorize piyade tümeni düzenidir.
   
                 
                  Öncelikle 1939'da standart bir motorize piyade tümeninin teşkilatlanmasına bakalım. 

(Altta tümen şeması, paintte çizdiğim için çok muntazam olmayabilir. Resme tıklayarak büyütebilirsiniz)


Buna göre bir 1939'da bir motorize piyade tümeni:

-Zırhlı arabalar ve motosikletli ünitelerden oluşan bir keşif taburu (ortalama 380-390 asker)

- Her biri 3 piyade taburu, 1 anti-tank bölüğü ve 1 makineli tüfek bölüğünden oluşan 3 adet motorize piyade alayı (ortalama 9300+ asker).

- 1 Mühendis Taburu (ortalama 840 asker)

- Makineli tüfek yerine 20mm'lik hafif uçaksavarlar ile donatılmış 1 ağır makineli tüfek bölüğü ve 3 anti-tank bölüğünden oluşan 1 anti-tank taburu (ortalama 700+ asker)

- 3 hafif topçu taburu, 1 ağır topçu taburu ve 1 gözlem taburundan meydana gelen bir motorize topçu alayı (ortalama 2750 asker)

- 1 adet sinyal/muhabere taburu (ortalama 400-450 asker)

- Son olarak da lojistik, karargah ve tıbbi servis birimlerinden meydana gelmekteydi.  (ortalama lojistik 900-1000 asker, karargah 200 asker ve tıbbi servis birimi 500-550 asker olmak üzere)

- Tüm bu birimlerde görev yapanlar ile bir motorize piyade tümeni mevcudu ortalama 16 bin asker,  2500 astsubay ve 500 subay idi.




              Panzergrenadier 44 düzenine geçmeden önce başta bahsettiğimiz meseleye tekrar göz atalım. Herhangi bir Alman propaganda posterine yahut filmine baktığımızda, panzergrenadier askerlerinin hep half-track dediğimiz zırhlı ve paletli personel taşıyıcı araçların yanında resmedildiğini yahut kayıt altına alındığını görürüz. Gerçekte ise koca tümenlerde çoğu zaman 8-10 adet zırhlı personel taşıyıcı bulunmakta idi. Elbette bu araçlarla donatılmış halde mekanize piyade görevi yürüten tümenler ve birimler vardı. Lakin bunlar çoğunlukla panzer tümenlerine bağlıydı yahut tek tük elit birimlerdi. Dolayısıyla Panzergrenadier/Mekanize Piyade 44 düzenini aslında Motorize Piyade 44 modeli şeklinde düşünebiliriz.

(Alman piyadesi zırhlı personel taşıyıcıda. Bu araçlar piyadenin tanklarla birlikte harekat yapmasını kolaylaştırıyor, askere azami koruma sağlıyor ve yol bulunmayan bozuk arazilerde hızlı hareket imkanı veriyordu.)


1944'de bir Panzergrenadier tümeninin teşkilatlanmasına bakalım.




           Buna göre 1944'de bir panzergrenadier tümeni:

- 1 Zırhlı keşif taburu (ortalama 1000 asker)

- Her biri 3 piyade taburu, 1ağır silah bölüğü ve 1 mühendis bölüğünden oluşan 2 adet motorize piyade alayı (ortalama 6200+ asker)

- 1 mühendis taburu (830-850 asker)

- 2 tank destroyer bölüğü ve bir ağır anti-tank bölüğünden meydana gelen 1 anti tank taburu (ortalama 700+ asker)

- 3 adet saldırı silahı bölüğünden meydana gelen 1 adet saldırı silahı taburu (saldırı silahı/assault gun, piyadeye destek vermek amacıyla tasarlanan ve üzerinde küçük çaplı saldırı topu bulunan tank şaseli araçlardır) (ortalama 600+ asker)

- 1 adet uçaksavar taburu (ortalama 600-630 asker)

- 2 hafif topçu taburu ve 1 ağır topçu taburundan oluşan 1 motorize topçu alayı. (ortalama 1600 asker)

- 1 sinyal/muhabere taburu (ortalama 400-430 asker)

- Son olarak da lojistik, karargah, tıbbi servis birimi, rezerv birimi ve bakım onarım biriminden meydana gelmekteydi. (lojistik 670 asker, karargah 230 asker, tıbbi birim 530 asker, rezerv birim 970 asker, bakım onarım 281 asker )

- Tüm bu birimler toplamda ortalama 14700+ asker, 2766 astsubay ve 402 subaydan müteşekkildir.


           Biraz da değişimlerden bahsedelim.

* Gördüğümüz üzere iki düzende de keşif taburu bulunmakta. Lakin asker sayısı kadar teşkilat ve ekipmanda da değişim söz konusu. 1939'da bu iş için 1 motosiklet ve 1 zırhlı araç bölüğü ayrılmışken, 1944 düzeninde 1 zırhlı araç bölüğü, 3 motosiklet bölüğü ve 1 destek bölüğü görevlendirilmişti. Destek bölüğündeki havan topu sayısı ise normalin 2 katı kadardı.

* Piyade alaylarına bakacak olursak 39 düzeninde 3, 44 düzeninde 2 alaydan müteşekkil olduğunu görüyoruz. Fakat düzenleri oldukça değişik. 44 düzeninde makineli tüfek bölüğü yerine ağır silah bölüğü, anti-tank bölüğü yerine mühendis bölüğü eklendiğini görüyoruz. Mühendis bölüğü beraberinde hatırı sayılır sayıda flamethrower ile birlikte geliyor tabi ki.

* Anti-tank taburuna bakarsak, 1939'da yalnızca kamyonlar tarafından taşınan çekili ünitelerin hizmette olduğunu görürüz. 44'de ise yalnızca ağır anti-tank bölüğü çekilidir. Tank imha edici bölükler ise kendi şasesine sahip anti tank araçlarından oluşmaktadır.

(Altta solda bir tank destroyer araç ve sağda klasik çekili 75 mm'lik PAK anti-tank topu görülmekte)



* Topçu alayında ise 44'de gözlem taburunun düzenden çıkarılması ve hafif topçu taburu sayısının 1 eksiltilmesi dışında çok değişiklik yoktur.

(Altta çekili top)


* Uçaksavar birimleri açısından da 1939'da yalnızca ağır makineli bölüğü bünyesindeki 10-12 20mm'lik hafif uçaksavar silahına karşılık, 1944'de bir uçaksavar taburu oluşturulmuştur. Bu tabur 1 ağır ve 1 hafif uçaksavar bölüğünden meydana gelmekteydi.

* Saldırı silahı taburu da yeniliklerden. 1944 düzeninde eklenen bu birim Stug gibi piyadeye destek olmak için toplar taşıyan tank benzeri birimlerden oluşmaktaydı.

(Altta Stug saldırı topu)




         Daha ayrıntılı sayılar vererek gidecek olursak


en büyük ve önemli değişikliklerin uçaksavar korumasında olduğunu söyleyebiliriz. Bunun yanında çekili topçu ve tank imha unsurlarının yerini, yavaş yavaş kundağı motorlu tank destroyer ve saldırı silahı araçlarının almaya başladıklarını görürüz.

18 Mayıs 2018 Cuma

İngiliz Savaş Kruvazörü HMS Hood/Royal Navy Battlecruiser HMS Hood

Bismarck'tan sonra koleksiyona katmak istediğim gemi HMS Hood idi. Trumpeter 1/350 kiti edinip hızlıca yaptım. Tüm parçalar fırça ile boyandı malesef Bismarck'ta olduğu gibi bunda da airbrush kullanma şansım olmadı... İşte "Mighty Hood".












14 Nisan 2018 Cumartesi

RMS Titanic



             Titanik'in herkesin bildiği özelliklerinin üzerinden kısaca geçmek gerekir. Dönemine göre büyüklüğü, saraylara layık lüksü zaten bilinen şeyler. Gemide spor salonundan Türk hamamına kadar tüm ihtiyaçlar düşünülmüştü.

(Altta Titanic'in ünlü merdivenlerinin bir replikası)

269 metre uzunlukta olan gemi 52 bin tonu biraz aşan deplasmanıyla batmaz görünüyordu. Bu dev gövdenin hareket ettirilebilmesi için kazanlarında günde 600 ton kömür yakılıyor ve daha estetik durması için 30 derece açıyla eğik yerleştirilen bacaları günde 100 ton duman ve külü dışarı salıyordu. Ek olarak bu 4 büyük bacadan yalnızca üçü dışa atım işlemi gerçekleştiriyordu. Dördüncü baca daha estetik bir görünüm elde etmek, denge sağlamak ve imaj için eklenmişti ve herhangi bir parçaya bağlı değildi. O dönemde baca sayısı geminin hızı ve motor kapasitesi ile bağlantılı görülmekteydi.

(Fotoğrafın RMS Titanic'in çekilen son fotoğrafı olduğu düşünülüyor. Dördüncü bacadan herhangi bir duman salınımı olmadığı rahatlıkla seçilebilmektedir.)



             Üstelik gemide üçüncü sınıf yolcuların durumunun dramatize edilmesi de oldukça mantıksız. Aksine üçüncü sınıf dönemin diğer hiçbir gemisinde görülemeyecek düzeyde iyi şartlara sahipti. White Star Line şirketi genel olarak üçüncü sınıf yolculara da asgari düzeyde konfor sağlamak adına çalışmasıyla bilinen bir şirketti.

(Altta White Star Line logolarından biri)



             Titanik her şeyiyle dev bir proje. Bu anlamda bana özel olarak ilgi çekici gelir. Çünkü hemen hepimizde dev mühendislik projelerinin hatasız olacağı, en ince ayrıntının bile muhakkak hesaplanmış olması gerektiğine dair bir inanç vardır. Peki gerçekte durum ne kadar böyle? İnsan yapımı bir şey kusursuz olabilir mi? Titanik en çok da bu sorularımızı cevapladığı için önemlidir. Oldukça kalabalık bir mühendis takımı ve deneyimli gemi inşa işçilerinin en ince ayrıntısına kadar düşündükleri bu denli önemli bir projede ne gibi aksaklıklar meydana geldi ve geminin batışına giden yolu hazırladı?

               İlkin kaza günü koşullarını ele alalım. O gün her şeyin Titanik mürettebatının dezavantajına olduğu biliniyor. Gece oldukça karanlıktı, çevrede çok sayıda buzdağı olduğuna dair raporlar vardı. Üstelik gemi çarpacağı buzdağının karanlık yönüne doğru ilerliyordu... Yine geminin yüksek hızda ilerlemesi bir başka problem. Hızlandıkça manevra kapasitesini yitirmekteydi. Böyle devasa uzunlukta gemiler tam dönüşe geçtiklerinde yanal su basıncı inanılmaz boyutlara ulaşır ve geminin dönüş çapını büyütür. Dolayısıyla gemi daha düşük hızlarda daha keskin dönüşler yapabilecek olmasına karşın, daha yüksek hızlarda dönüş kabiliyeti düşecek ve daha geniş daire çizerek dönüşünü daha geç sürede tamamlayacaktır.

                Kazaya gelecek olursak  buzdağı tespit edildikten sonra geminin iskele tarafına (geminin soluna) keskin dönüşe geçtiği ve motorların tam yol geri çalıştırıldığı biliniyor. Bu manevra, elbette buzdağına çarpmadan sıyrılarak kütlenin sol tarafından geçip gidebilmek amacıyla uygulandı. Fakat bahsettiğimiz nedenlerden dönüşü zamanında tamamlayamayan gemi yan tarafından buzdağına çarptı ve neredeyse gövdesi boyunca buzdağını sıyırarak gövdenin su seviyesi ve altından yırtılmasına sebep oldu. Bu durum geminin su geçirmez bölmelerini anlamsız kıldı zira yırtık geminin kaldırabileceğinden fazla bölme boyunca su almasına sebep oldu. Gemi gövdesinin neredeyse 3'te 1'i uzunluğunda, 100 metrelik bir alana yayılan çok sayıda yırtık söz konusuydu. Tam iskele dönüşü emrini kaptanın değil, William McMaster Murdoch'un verdiği biliniyor. Dolayısıyla daha tecrübeli olan kaptan o an dümen başında olsa nasıl bir karar verirdi bilemiyoruz.


(Altta Titanic'in su geçirmez bölmeleri)



                Bu durumda şu akla geliyor, eğer Titanic buzdağını gördükten sonra geç kalmış olan kaçış manevrasına başlamak ve geminin sağ yanında devasa bir yırtığa sebep olmak yerine buz dağına burundan bindirse ne olurdu? Gemi iskele ya da sancak tarafına dönmek yerine tam yol geri yaparak buz dağına direk çarpacaktı. Burada işin içine fizik dahil oluyor. Belki ilk  1-2 su geçirmez bölme ezilir, ölü yaralılar olur fakat gemi diğer su geçirmez bölmelerin kapatılmasıyla su üzerinde kalabilirdi. Belki de devasa geminin o hızıyla çarptığı kütleden yansıyacak kuvvet gemide daha büyük hasara sebep olacaktı. Bilemiyorum hesaplamak gerek. İşi zorlaştıran şeylerden biri de çarpılan nesnenin sabit bir kütle olmaması ve her iki kütlenin de suda hareket ediyor olmasıdır.

               Farazi senaryoları bırakıp tekrar kazaya dönecek olursak geminin batışını takiben, White Star Line şirketinin mühendisleri, geminin neden battığını ve batarken neden ortadan ikiye ayrıldığını araştırmaya başladılar. Bugün geminin batış nedeninin perçinler olduğu düşünülüyor. Çünkü devasa perçin makinesinin sokulamadığı dar bölgelerin perçinleri el yordamı ve eski sistem balyozlar kullanılarak işçiler tarafından çakılmıştı. Dolayısıyla sağlamlıkları tartışmalıydı.


             
               Bu zayıf perçinler buzdağı ile temas edip, eğilen plakaların yarattığı tonlarca basıncı kaldıramadı ve yerlerinden fırlayarak plakalar arasından su girmesine neden oldu. İşte gövde boyunca buzun geminin metal plakalarını 100 metrelik tek bir yırtıkla kesmemesine rağmen, irili ufaklı içeri su sızdıran onlarca küçük delik olmasının sebebi budur. Ki zaten 100 metrelik bir buz kesiği söz konusu olsa gemi birkaç dakika içerisinde batabilirdi. Oysa 3 saati aşkın bir sürede batış gerçekleşti.

(Altta yapılan testte bükülen plakayı tutması gereken perçinin basınca dayanamadığı ve ucunun koptuğu görülüyor.)

               White Star mühendislerinin ikiye bölünme problemi için bulduğu ilk cevap ise genleşme derzi olmuştur. Genleşme derzi, çok uzun gemilerin dalgaların üzerinde kırılmadan gidebilmesi için tasarlanır ve belirli bir esneme payı sağlar.  Bu çok gereklidir çünkü bu uzunlukta gemilerin burun kısımları bir dalganın üzerinde yükselirken gövdelerinin ortaları boşlukta ve kıç tarafları başka yükseklikte bir dalga üzerinde olabilmektedir.



                Titanic'in genleşme derzi geminin ortasında bulunuyordu ve en altta bitiş kısmı keskin bir v şeklinde idi. Bunun yırtılmayı kolaylaştıracağını düşündüler. Gerçekten v şeklinde bir kağıdı uçlarından çekerseniz kolayca yırtılacağını görebilirsiniz.

(Altta solda Titanic'te uygulanan şekli ve daha sonra sağda kardeş gemilerinde modifiye edildiği haliyle genleşme derzlerinin basit çizimleri)


                Bu aşamada mühendisler sorunu bulduklarına inandı ve bu geminin kardeşi Britanic'in genleşme derzleri hemen yenilendi. V şeklinde biten ilk derz iptal edilerek alt kısım benzetmek grekirse kolları çok uzun, alt kısmı yuvarlak bir u şeklinde tasarlanıp içerisine bir demir top yerleştirildi.

                Bu sistem uçaklarda da kullanılır. Önceleri pencereleri kare şeklinde yapılan uçaklar anlaşılamayan şekilde parçalanarak düşüyordu. Çünkü köşeli pencere baskıyla karşılaştığında esnemek yerine yırtılıyordu. İşte bugün uçakların pencerelerinin köşeli olmamasının sebebi budur.

             
               Yolcular açısından hep anlatılan filika trajedisine de yüzeysel olarak değinebiliriz. Kazadan bu yana gemiye yeterince filika konmadığı ve eğer gerekli sayıda filika konmuş olsaydı daha fazla insanın kurtulabileceği anlatılır. Peki durum böyle midir? Gerçekten de şirket, geminin görüntüsünün her yerde istiflenmiş filikalarla bozulmasını istemediğinden yasal sınır kadar filika koymayı yeterli görmüştü. Bu 20 filikanın ise kaza sırasında yalnızca 18 tanesi suya indirilebilmişti. Aşağı yukarı bir buçuk saatte 18 filika. Eğer daha fazla filika konmuş olsa bu bilgiye bakarak çok fazla bir şey değişmeyeceğini düşünebiliriz.

               Sonuç olarak büyük projelerde, dev mühendislik ürünlerinde hata olamayacağına, her şeyin en baştan tüm olasılıklarıyla hesaplanıp mükemmele ulaşılacağına dair inancımız sorgulamaya değer.