Hepimizin hayatında önemi ayrı olan, diğer sevdiğimiz her şeyden daha farklı gördüğümüz film ve kitap üçlemeleri vardır. Onları kendimizi tanımlarken, anlatırken kullanırız neredeyse. O eserlerde bizimle aynı şeyleri görebilen insanlara kanımız kaynar hemen.
Benim de Star Wars gibi, Lotr ve Jurassic Park gibi çok sevdiğim ve ayrı bir gözle izlediğim filmler var. Bugün beni en çok etkileyenini düşündüm uzun uzun (Evet boş bir gündü doğrusu). Sonra JP ile nasıl tanıştığım aklıma geldi.
Ben daha çok küçükken, yaşı tutan herkes izlemiştir herhalde, çok sevdiğim Barış Manço'nun 7'den 77'ye diye bir programı vardı. Küçük çocuklar katılır, Barış Manço da onlarla ilgilenir, bazen beraber şarkı söylerdi. O programda ayrıca konuk ettiği çocuğa hediyeler de verirdi. İşte o hediyelerden biri, çocukluğumun tüm merak dengesini alt üst etti. Böyle bir garip, gördüğüm ineklere, kuşlara, aslanlara benzemeyen, çok farklı, hikayelerdeki ejderhalar gibi bir hayvan. Dinozorlarla, yani ilk büyük merakımla tanışmam bu şekilde oldu.
Annem yeni emekli olmuştu, benimle gezebilecek vakti de vardı, hemen musallat oldum kadına. “Anne bu hayvanların oyuncaklarından bul bana..” Hayatımda annemden veya babamdan hiçbir şey istememiş, en azından diretmeyi bırak, iki kere üstelememiş bir çocuktum. Annem bu isteği görünce herhalde almak zorunda hissetti ve o gün çıkıp bir set aldık. Rüya gibiydi benim için. İki ayağı üzerinde duranlar, sırtında garip yelken benzeri bir şey olanlar, dört ayaklılar ve zürafa gibi boynu uzun olanlar. Ne garip hayvanlardı bir çocuk için.
Tabi bu merak farklı arayışları getirdi. Çat pat okuyabiliyordum, bu demek oluyor ki dinozorlar ile ilgili bilgi edinebileceğim her kaynak bana şiddetle lazımdı. Şimdi hala piyasada var mı, yaygın mı bilmiyorum ama o zamanlar bir dinozor dergisi furyası vardı ve neredeyse hepsini aldırıyordum. Her biri onlarca defa okunabildiği kadar okunuyor, saatlerce resimlerine bakılıyordu. Bunun üzerine gazetelerin başlattığı ansiklopedi promosyonları da ilaç gibi gelmişti. Daha okula gitmiyordum ama yüzlerce çeşit dinozor türünün yaşadıkları dönemler, beslenme tarzları, görünümleri vs hakkında bilgim vardı.
İlkokulda öğretmen ne olmak istiyorsun diye bir soru sorar, herhalde dünyanın en klasik muhabbetlerinden birisidir. Tüm çocuklar doktor, avukat, öğretmen, asker gibi cevaplar verir. Bazıları astronot olmak ister. Ben bu soruyu paleontolog olmak istiyorum diye cevaplamıştım. Yaşım biraz daha ilerlediğinde Paleontolog ya da arkeolog olmak istiyorum diye değiştirdim hatta cevabımı.
Paleontolog olmak istiyordum çünkü, o zamanlar hayatıma görsel efekt diye bir şey girmişti. Adına da Jurassic Park diyorlardı. İşte Dr. Alan Grant ben ne olmak istiyorsam oydu. Kovboy şapkası ile dinozor fosillerini arayan, dinozorlar gibi efsanevi ve mükemmelden bir tık ilerisi canlılarla dalga geçen küçük çocuğa bir raptor pençesi fosilinden uydurduğu hikaye ile haddini bildiren kahraman.
Tüm bunları geçelim, filmdeki efektler o kadar güzeldi ki, çocukların arabada mahsur kaldığı sahnede T-Rex'in gözüne ışık tutulan sahnede göz bebeğinin küçülmesi bile çok gerçekçi ve o zamanlara göre büyük olaydı. Filmin konusu da bildiğimiz üzere ulaşılan dinozor DNA'larından faydalanarak dinozorları yeniden üretme üzerine kuruluydu. Herhalde bu türün hastası bir insan daha fazlasını isteyemez.
İkinci film beklentilerin altındaydı, oldukça altındaydı fakat yine de sinemada iki kere izledim.. Bugün hala dördüncü filmin çekilmesini heyecanla beklerim. Dinozorlar, jeolojik devirler vs, çocukluğumdan kalma hobiler hala benim için. Hala JP koleksiyon oyuncakları, T-Rex modelleri vs koleksiyonumun değerli parçaları. Çok anlamlı bir JP cümlesi ile bitirelim. Ki güneş ışığının bile giremediği, yaşamın olmadığına inanılan derin deniz çukurlarında yeni yeni keşfedilen yüzlerce yeni tür kanıtlar bunu…
“Yaşam her zaman bir yolunu bulur.”
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder