İzleyiciler

10 Eylül 2015 Perşembe

Centilmenler Savaşı

              Daha önce İkinci Dünya Savaşı ile ilgili yazdım birkaç defa ama Birinci Dünya Savaşı ile ilgili hiç yazı yazmamıştım. Bunun başlıca sebebi, Büyük Savaş'ın taktik ve planlama açısından daha az hareketli olmasıydı. Statik, durağandır Büyük Savaş. İki büyük ordu karşılıklı siperlere girip, birbirine sürtünerek karşıdakini eritmeye çalışan iki odun gibidir. Fakat Çanakkale Deniz Savaşı ile ilgili yazmak istedim bugün. Bilindik hikaye zaten. 
               Birinci Dünya Savaşı hızla devam ederken, Batı cephesinde Alman ve Müttefik orduları Arap saçına dönmüş siper savaşlarının çıkmazına gömülmüşken, Britanya İmparatorluğu'nun kurt siyasetçisi Churchill Doğu'da farklı hesaplar peşindeydi. 
                Buna mecburdu da. Zira Almanya 1914'de Tannenberg'de Rusları ezmiş, Rus istilası 80 bin ölü ve 100 bine yakın esir bırakarak daha başlamadan bitmişti. Bu Doğu'da silah altında bulunan Alman birliklerinin muzaffer bir şekilde Batı cephesine kaydırılması ve müttefiklerin üzerindeki baskının artması anlamına geliyordu. Aynı zamanda iç karışıklıkların da etkisiyle sarsılan Rusya'nın desteklenmesi, gerekli olduğu kadar akıllıca bir hamleydi de. Bu sayede toparlanan Ruslar tekrar saldırıya geçebilir ve Alman gücü tekrar bölünebilirdi. Doğu-Batı kıskacı tekrar kurulabilirdi. Aynı zamanda Osmanlı Devleti savaş dışı kaldığında, bu devletin topraklarındaki cephelerde savaşan müttefik orduları da Avrupa'ya sevk edilerek savaş çok daha hızlı sona erdirilebilirdi. 
                Her halde İstanbul çok değerli bir hedef olarak masada duruyordu. Ayrıca azametli Britanya İmparatorluğu'na göre Türklerin işi çoktan bitikti. İstanbul'u kolay hedef olarak gördüler. Hatta kendini kanıtlama ve değerini gösterme peşindeki Churchill'e göre donanma karadan destek olmadan Çanakkale Boğazı'nı zorlayarak geçebilir, ardından İstanbul açıklarına demirleyerek Osmanlı Devleti'ni savaş dışı bırakabilirdi. Kara harekatına ihtiyaç duyulmayacağına dair ateşli savunmalar yaptı. Kabul görmesi normal, zira Britanya dönemin en büyük deniz gücüydü ve bir savaş yapacaksa bunu denizde yapmak işine geliyordu. 
                Bu tavır, daha sonra küstahlık ve kendini beğenmişlik olarak İngiltere'de lanetlenecek ve Churchill'in bakanlık koltuğuna mal olacaktır. 
               Öncelikle şunu belirtelim, hazırlanan müttefik donanmasının bizden daha üstün ateş gücüne sahip olduğu aşikar. Lakin elindeki gemilerin çoğunluğu deniz savaşlarındaki son yıllarını yaşayan Dretnot dediğimiz zırhlı savaş gemilerinden oluşmaktaydı. Bunlar İkinci Dünya Savaşı'nı bile göremeden savaş tarihinden silindiler, modaları geçti. Örneğin yine Çanakkale'de batan HMS Irresistible 1898'de suya indirilmişti ve Birleşik Krallığın ilk 4 ön-dretnotundan biriydi. Bunlar dretnotların da atası olan eski gemilerdir. Yine savaşın önemli figürlerinden biri olan HMS Agamemnon 1927'de satılmış ve hurdaya çıkmıştır. 
(Aşağıda Lord Nelson sınıfı Dretnot HMS Agamemnon) 
image
           
              Öte yandan Türk tarafı beklendiği kadar zayıf değildi. Bölgeyi çok iyi tanıyan subaylar savunma hatlarını yer şekilleri ile bütünleşecek şekilde kurmuştu. Ayrıca Almanlardan alınan Krupp üretimi büyük kalibreli toplar daha gerideki tepelerin arkasından aşırtma atışlar yapabilecek şekilde yerleştirilmişti. Önlerindeki tepeler nedeniyle vurulmuyorlardı; olsa olsa mermiler üstlerinden aşıp daha arka taraflara düşüyordu.
(Altta arazi şartlarından iyi faydalanılarak yerleştirilmiş 9.4 inçlik Alman Krupp topu) 
image
                Zaten bahsettiğimiz dretnotlar topçu bataryaları gibi küçük kara hedeflerini vurmak için tasarlanmamışlardı. Bunlar su üstü savaşları için üretilmişler ve tüm savunma ve saldırı mekanizmaları gemilerle savaşmak üzerine tasarlanmıştı. Örneğin gemilerden açılacak ateşe dayanabilmek için yan zırhları çok kalınken, güverte kısımları savunmasız ve çok inceydi. Halbuki karadan yaptığımız aşırtma atışların çoğu yan zırhlara değil güverteye isabet ediyordu.
(Çok daha uzaktan, tepelerin arkasından aşırtma atışlar yapan Krupp topu. Özellikle yukarıdan güverteye düşen atışları ölümcül olmuş olsa gerek. Sahip olduğumuz üstün silahlardan birisiydi)
image
   
              Fakat Türk topçusunun ateşinden çok daha sinsi ve korkunç bir düşman müttefik donanmasını beklemekteydi. Daha önce boğaza yaklaşıp bataryaları bombalayan gemiler sağa doğru çok geniş bir kavis çizerek dönebiliyordu. O manevra alanının bir ihtiyaç olduğu anlaşılmıştı. Daha sonra bu bölge, söz konusu gözlemlerin üzerine Nusret gemisi ile bir gecede mayınlandı. Gemilerin mayın tarama teknelerince temizlenmeden geçmeyeceği iki yaka arası düz bir hat yerine, salvolarını yapan gemilerin dönüp tekrar pozisyon almak için manevra yaptığı alanda, kıyıya paralel döküldü bu mayınlar. 
               Müttefik savaş düzeni en önde küçük kalibreli silahlara sahip gemiler, en arkada güvenli mesafeden destek ateşi açacak gemiler şeklinde meydana gelmişti. Her hat yan yana dört gemiden oluşmaktaydı. Küçük silahlara sahip gemiler boğaza girip tabyaları yakından ateş altına alacak, bu sırada daha uzun menzilli büyük silahlı gemiler daha geriden ateş desteği verecekti. 
             Önceden bahsettiğimiz savunmanın arazi şartlarıyla bütünleşik bir şekilde kurulmasından dolayı 19 şubat'da başlayan taarruzda donanma toplam 170 namludan binin üzerinde mermi harcamasına rağmen Türk kaybı toplam 4 askerdir ve top kaybı yoktur. Üstelik harekatın başında Türk topçusu gemiler iyice yaklaşana kadar ateş etmeden beklemişti. 
             25 Şubat'da yapılan taarruzda durum kötüleşti. Dış tabyalar Türk topçusunun menzili dışından yapılan atışlarla susturuldu. İlginç olan gerideki büyük kalibreli silahlarımızın çoğunun isabet almamasına rağmen sürekli ateş açma sonucu ısınarak hasar görmesi ve ateş edemez duruma gelmesiydi. Sonuçta bu taarruzda da 13 şehit verildi.
             İzleyen dönemde 18 Mart'a kadar olan bir dizi operasyon ile Seddülbahir, Orhaniye, Ertuğrul ve Kumkale gibi dış tabyalar tahrip edilmişti. Artık ikinci aşama için hareket edilecekti. Bunun için müttefik donanmanın hizmetinde 300'e yakın namlu vardı. Gerçekten korkunç bir ateş gücü. Yine gemiler güçlü ve menzili yüksek gemiler en arkada ateş desteği verecek, diğerleri destek altında tabyalara yaklaşıp yakından imha edecek şekilde saf tutmuştu. 
               Başlayan ilk bombardıman müttefikler açısından iyi gidiyordu. Türk tarafından ya hiç karşılık gelmiyor ya da tek tük atışlar yapılıyordu. Gemiler tabyalara iyice yaklaşana kadar da bu böyle devam etti. Menzil iyice sağlama alındığında tabyalardan karşı ateş başladı. İlk sert darbeleri alan Inflexible olmuştur. Daha önce de bahsettiğimiz gibi aşırtmalı atışlar özellikle güvertesinde isabet bularak gemide tahribata yol açtı. Bu arada Agamemnon'a da geride bulunan uzun menzilli obüs tabyalarımızdan darbeler gelmeye başlamıştı. Fakat geminin zırhında patlayan mermiler pek hasara yol açmıyordu. Daha sonra güvertesine isabet eden mermiler hasar kaydetmiştir. 
            Bunlar olurken Fransız zırhlılarından Bouvet tam da dönüş manevrası yaparken, manevra alanına önceden Nusret tarafından atılan mayınlardan birine çarptı. Ardından 4-5 dakika içerisinde tamamen sulara gömüldü ve 600'ün üzerinde denizciyi de beraberinde götürdü. Bu müttefik donanması için psikolojik çöküş demekti. Çok güvendikleri demir yığını kalelerin birkaç dakika içerisinde sulara gömülebileceğini görmelerinin yarattığı etkiyi tahmin edebilirsiniz. Çok geçmeden Irresistible da aldığı yaralarla ateş hattından kurtulmaya çalışırken bir mayına çarptı ve boşaltıldı. Bu nedenle Bouvet gibi fazla kayba yol açmadı. Gemi daha sonra kurtarılmak üzere orada bırakıldıysa da ortalama 10 km mesafeden topçu ateşi altına alınarak batırıldı. 
(Altta Bouvet sulara gömülürken) 
image
             Irresistible'ın durumu zaten geri çekilme emri için yeterliydi ve bu emir verilmişti. Fakat daha sonra Ocean'ın da aldığı bir isabet sonucunda dümen tertibatının bozulması ve mayın hattına sürüklenmesi son büyük şok oldu. Burada mayına çarpan gemi, tahliye edildikten sonra kıyıdan açılan topçu ateşinin de etkisiyle bir süre daha sürüklenip battı. 
            Günün sonunda Irresistible, Ocean, Bouvet tamamen batmış; Agamemnon, Gaulois, Inflexible ve Suffren ciddi derece hasar almıştı. Bizde ise 79 kayıp vardı. Ayrıca 18 de Alman askeri hayatını kaybetmiştir. Fakat tabyaların durumu iç açıcı değildi, müttefikler tekrar zorlasa çok zor duruma düşebilirdik. Bunu dönemin paşalarının hatıratlarında da görüyoruz. Fakat kabinede iyimser bir hava olmasına karşın Lord Kitchener kara harekatı desteği olmadan donanma ile boğazın aşılabileceğine olan inancını yitirmişti. 
            Daha sonra hepimizin bildiği gibi müttefikler Mısır'da topladıkları kuvvetleri Gelibolu'ya çıkartarak tabyaları karadan susturma girişiminde bulundular ve gerçek anlamda bir kahramanlar savaşı, centilmenler savaşı yaşandı. Yaklaşık 500 bin insan bu kanlı mücadelede hayatını kaybetti. Bunlardan büyük çoğunluğu da hastalığa yenildi. 
             Küçük bir parantez açmakta fayda var. Kara harekatlarında da müttefiklerin kendini beğenmiş ve özensiz tavrını sürdürdüğünü görüyoruz. Harita çalışmaları çok kötüydü ve çıkarma alanları özensiz seçilmişti. Özellikle Anzak Koyu çok dramatiktir. Dar bir sahil şeridine çıkan askerler herhangi bir doğal siper bulamadılar. Hemen sahilin ilerisinden yüksek tepeler başlıyordu ve tırmanması zordu. Zaten tepenin üstü keskin nişancılarımız ve makineli tüfeklerimiz ile korunuyordu. 
(Altta Anzak Koyu'ndan bir görünüm. Gerçekten çıkarma yapılabilecek en kötü yerlerden biri. Sahilde doğal siper yok tepelerdeki askerler avantajlı. Böyle bir yerde tepedeki 100 asker rahatlıkla birkaç bin askeri kıyıda zor duruma düşürebilir.) 
image
           Her ne olursa olsun bu savaş birçok ulus için çok önemliydi. Avustralya gibi ülkelerde neredeyse mitolojik anlamlar kazandı. Onlar açısından da büyük kahramanlıklar ve trajediler yaşandı. Örneğin 14 yaşında olmasına rağmen kendisini büyük gösterip orduya katılan ve Gelibolu'da ölen James Charles Martin bir örnektir. 
          Yazıyı bu savaş üzerine söylenebilecek tek şeyle bitireyim istiyorum. Zaten her şey düğümlenir kalır sonrasında. Bu cümleler Avustralya'da bulunan Atatürk anıtının üzerinde de yazılıdır. 
“Bu memleketin toprakları üstünde kanlarını döken kahramanlar! Burada dost bir vatanın toprağındasınız. Huzur ve sükun içinde uyuyunuz. Sizler Mehmetçiklerle yan yana, koyun koyunasınız. Uzak diyarlardan evlatlarını harbe gönderen analar! Gözyaşlarınızı dindiriniz. Evlatlarınız bizim bağrımızdadır, huzur içindedirler ve huzur içinde rahat rahat uyuyacaklardır. Onlar bu toprakta canlarını verdikten sonra artık bizim evlatlarımız olmuşlardır.”  M.Kemal Atatürk.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder