Orta Çağ düşünürlerinden Machiavelli denilince, insanların aklına ilk gelen cümledir, birçok tartışmada onu tanıyan da tanımayan da kullanır bu cümleyi. Gerçi ben onun bu cümleyi kullandığı bir yere rastlamadım. Ondan çok sonraları, başkaları tarafından icat edilmiş ve sonunda onun üzerine yapışıp kalmış. Aslında “Il Principe” adlı eserinde savunduğu düşünceler göz önüne alınırsa bu pek de anormal değil.
Prens eserinde Machiavelli iktidara odaklanır. Güçlü bir iktidarın nasıl kurulacağı ve nasıl korunacağı üzerine görüşlerini ortaya koyar. Bir prensin iktidarını korumak ve halkın dizginlerini elinde tutmak için izlemesi gereken yolları öğütler. Gerektiğinde dinin kullanılmasından bile çekinmez ki gerçekte kendisi iktidarın din kaynaklı olduğuna inanmaz bile. Bu sebeplerden Machiavelli başlıktaki cümle ile özdeşleşmiştir. Machiavelizm diye bir tabir ortaya çıkmıştır. Hatta bu cümle temelindeki düşünceleri sebebiyle Machiavelli'yi faşizmin babası sayanlar bile vardır.
Kimi insanlara sert, düzenbaz ve hileli gelen bu öğütleri nedeniyle çokça kızılmıştır da düşünüre. Lakin durup mantıklı bir soru sormakta fayda var, hükümdarlar ve prensler bu oyunlara, sertliklere başvurmak için Machiavelli'nin Prens'i yazmasını mı beklediler gerçekten? Bu eserden önce de tüm bunlar iktidarın bir parçası değil miydi? Machiavelli'nin tek yaptığı zaten kullanılan bu yöntemleri, manipülasyonları alıp başarılı bir şekilde eserinde toplamasıdır. Hatta halk prenslerin ve iktidarın kirli çamaşırlarını ve yöntemlerini ortaya döktüğü için düşünüre teşekkür etmelidir.
Ki yine Machiavelli'nin Prens'i yazdığı dönemde içinde bulunduğu şartları göz önüne alalım. İtalya parçalar halinde küçük prenslikler olarak yönetilmekte ve hatta bu prenslikler birbirleri ile savaşmaktalar. Oysa Batı'da Fransa ve daha Kuzey'de İngiltere gibi siyasi birliğini sağlayan uluslar, uluslararası siyasette dev aktörler olarak sahneye çıkmış durumdalar. Bu durumun Machiavelli'yi üzdüğü aşikar ve İtalya'nın ulusal birliğini sağlayabilmesi için güçlü bir iktidar merkezine ihtiyaç duyulduğunu düşündürtmesi de bence doğal. Gerçekten bakıldığında dağınık ulusların hep bu odakta bir araya gelebildiğini görüyoruz. Örneğin Almanya'nın siyasi birliği açısından Demir Şansölye Bismarck göz ardı edilemez. Yine tarihte yüzlerce yıl süren “Alman ikiliği” olayına da Avusturya'yı Almanya topraklarına katan Hitler gibi bir diktatör son verebilmiştir. Yine Roma Cumhuriyeti'nde zor durumlardan kurtulmak gerektiğinde parlamentonun yol açacağı vakit kaybından kurtulmak için diktatörler atanması yoluna gidilmiştir.
Kısaca bazı olağanüstü durumlarda, uzlaşı-hak- hukuk amaca taşıyamayabilir ulusları. Evet günümüz modern mantığı ile bunu anlamak ve kabul edebilmek gerçekten çok zor. Fakat bu bahsettiğimiz durumu günümüzde de görmemize engel değil bu durum. Örneğin BAAS Partisi Orta Doğu Arap halklarının büyük çoğunluğunu demir yumrukla yönetti senelerce. Bu pek çoğumuza yanlış gelen bir şey. Hepimiz elbette her ulusun demokratik yöntemlerle yönetilmesinden yanayız. Kimse baskıcı yönetimlere layık değil. Fakat bölgenin geri kalmışlığı, ulus bilinci yerine kabileciliğin ve tabii mezhepçiliğin egemen olması acaba demokratik bir ortama ne kadar izin verir? Vermediğini Irak'ta görebiliyoruz sanırım. İşte Machiavelli de aslında Söylevler eserinde görüldüğü üzere Cumhuriyet fikrine inanan, özgürlükçü bir insan olmasına rağmen, belli bir amaç gerçekleşinceye değin güçlü bir iktidarın gerekli olduğunu savunuyor. Örneğin Machiavelli'ye göre bir iç karışıklık ve Sünni-Şii temelli bir iç savaş çıkmasındansa güçlü bir Saddam iktidarının, baskıyla tarafları sindirmesi ve olabildiğince az kan dökülmesini sağlaması, işte o şartlar altında meşrudur. Çünkü dönem şartları gereği en azından Irak halkı ulus bilincine ulaşıp kabile ve mezhep çatışmaları tehlikesinden kurtulması adına baskıcı bir yönetim tarafından bir arada tutulup dönüştürülmeleri ileride demokrasiye geçmelerini sağlayabilecektir. Bu olmadığı takdirde iyice geri kalıp, kabilelere-aşiretlere bölünmüş kendi siyasi mücadeleleri içerisinde iyice küçülüp diğer büyük devletlerin hedefi haline gelebilirler.
Gördüğümüz gibi düşünürler, dönem şartlarına göre bazen inandıkları şeylerden farklı öğütler verebiliyor. Demek ki fikirlerin değeri içinde bulunduğu şartlar ile ölçülü. Yani ilkel bir zulu kabilesine gidip uç demokratik fikirler ve haklar temelli bir siyaset yapmak insana başarı getirmez. Bizim şartlarımız ve mantığımız adına doğru olduğunu düşündüğümüz bu olmasına rağmen. Bu fikri muhakeme etmek ve tartışmak gerçekten çok güç olmasına rağmen, bazen her yolun mübah olabileceğini kabul etmek sanırım doğru olan.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder