Tarihçi Hammer “Barutun bulunuşundan bin kat daha etkili bir darbe” diye tarif eder yabancıların janissary dediği yeniçeri sınıfını. Osmanlı'nın 400 yılı aşkın süre merkezi vurucu gücü olan yeniçeriler, piyade sınıfı dendiğinde Roma lejyonları ile birlikte akla gelen en etkili profesyonel ordudur.
Katip Çelebi, Fezleke'de Sultan Orhan için “Kardeşi Alaeddin'i vezir yapıp askeri çoğaltma işini ona ve Çandarlı Kara Halil'e danıştı. Kafir çocuklarının devşirilmesi kararlaştırıldı. Devşirmeler yeniçeri adıyla şöhret buldular” diyor.
(Altta döneminde izlenen bir yeniçeri geçidinin resme aktarılması. Yeniçeriler silahları ve savaş yetenekleri ile olduğu kadar görünümleri ile de fark yaratıyordu. Özellikle askeri bir defile diyebileceğimiz Kanuni'nin Alaman Seferi sırasında ince işlemeli silahları, kıyafetlerinin pahalı kumaşları ve renklerindeki canlılıkla, Avrupa'ya düşmanının ihtişamını psikolojik olarak da göstermişlerdi.)
Doğrusu Çandarlı Kara Halil Yeniçeri ocağının kurulması hizmetini Orhan'ın oğlu Murad Hüdavendigar zamanında gerçekleştirmiştir. Bu dönem devletin özellikle Balkanlarda geliştiği dönemdir. Murad bu dönemde Çandarlı'nın uyarısı ile her beş savaş tutsağından birinin hazineye alınmasını düzenleyen pençik oğlanları kanunnamesini düzenlemiştir.
Önceleri ganimet olarak alınan çocuklar Anadolu'da Türk ailelerin yanına verilmişti. Bu dönem adetlerin ve dinin öğrenilmesi adına bir uyum sürecidir. Bu süreçten sonra çocuklar askeri eğitim almak amacıyla ocağa katılıyordu. Barış sürecinde köyde yaşayan ve tarım işiyle uğraşan bu insanlar savaş zamanı gidip orduya katılıyorlardı. Askerlik yaptıkları süre boyunca kendilerine maaş bağlanıyordu.Bu durum yeterince talim yapılamaması, disiplinsizlik gibi dezavantajlar getirdi. Sonuçta bunlar yarı köylü yarı asker bir sınıftı. Bu sebepten sefer zamanı dışında da kışlada kalıp talim yapmaya devam edecek düzenli ve maaşlı bir ordu sistemine geçme ihtiyacı duyuldu. İşte yeniçeri sınıfının temelini ve başlangıcını oluşturan bu 3-4 bin kişilik kuvvettir ve ikamet yeri Edirne'dir. Burada oda denen ilk kışlalarda kalan yeniçerilerin mevcudu 1400'lere gelindiğinde 7 bini bulmuştu.
Daha sonra İstanbul'da sonradan Eski Odalar denilecek Vezneciler'deki kışlalara taşınan yeniçeriler bu başkentte de tarih boyunca siyasi hayatta çok etkin oldular ve hatta ilerleyen zamanlarda padişah değişimlerine bile neden oldular. Yeniçerilerin kapıkulu sipahilerinden itibar olarak daha geride olmalarına rağmen İstanbul üzerinde onlardan daha etkin oluşlarının sebebi yaya bir ordu olmalarıdır. Kışlaları İstanbul içerisindedir. Oysa at besleyen kapıkulu sipahileri çoğunlukla İstanbul'un kırsalında ya da Marmara'nın diğer bölgelerinde ikamet ediyorlardı.
Yapısına gelirsek yeniçeriler yayalar ve sipahiler (atlı) olmak üzere iki ana dala ayrılmıştı. Yaya ordusu da kendi içerisinde humbaracı, topçu, acemi oğlanlar, cebeciler gibi ocaklara ayrılırdı. 16. yüzyılda yeniçeri ortalarının (günümüz anlamında bölük) sayısı 196'yı buluyordu. Yani aşağı yukarı 12 bin civarı yeniçeri mevcuttu.
Dönemine göre çok iyi silahlanmış olan yeniçeriler tarihin kitlesel olarak tüfek kullanan ilk düzenli birliğidir. Bu Fatih döneminde iyice perçinlendi ve sonrasında tüfeksiz yeniçeri düşünülemez hale geldi. Avrupalı tarihçiler İspanyol ya da İtalyan tüfekçilerden bahsetse de, meydan savaşlarının kaderine etki etme konusunda hiçbiri yeniçeri ateş gücü ile mukayese edilemez. Otlukbeli Muharebesi, Yavuz Sultan Selim'in gerçekleştirdiği büyük meydan muharebeleri ve nihayetinde Mohaç zaferi top ve tüfeğin zaferidir.
(Altta yeniçerilerin kullandığı belli başlı tüfekler.)
Üstelik Avrupalı tüfekçiler hantal tüfeklerini ağızdan doldurduktan sonra onu bir desteğe dayıyor ve ellerine dolayıp yaktıkları fitili barut haznesine değdirerek ateşliyorlardı. Türkler ise tetik mekanizmasına geçmiş, daha hafif olan tüfeklerini omuzlarına dayayıp tetiklerini çekerek daha seri şekilde kullanmaya başlamıştı. Bu hız ve pratiklik farkı muharebelerde belirleyici oluyordu. Ortalama bir yeniçeri tüfeğinin uzunluğu 80 ila 120 santimetre arasında değişiyordu. Namlu çapları ise küçüklerde 13 mm civarında iken uzun tüfeklerde ortalama 20 mm idi. Bu da çaplarda bir standartlaşma göstergesidir ve standart tüfeklere mermi üretmek daha kolaydır. Birçok farklı çapta tüfek birçok farklı çapta mermi üretimini, bunların ayrı ayrı taşınıp depolanmasını gerektiren büyük bir lojistik problemdir.
(Altta hantal yapısıyla o dönem Avrupa'da kullanılan tüfek)
Devletin iyice yaşlanması ve sona yaklaşması, tüm kurumlarda olduğu gibi yeniçeri ocağında da yavaş yavaş çürümeye sebep oldu. 17.yy başında artan işsizliğin de etkisi ile düzenli maaşı olan yeniçerilik bir cazibe merkezi haline geldi, bu dönemde rüşvet veren herkes yeniçeri yazılabilmeye başladı. Yapılan çalışmalarda İstanbul'da yeniçeriyim diyen 45 bin insan olduğu saptandı. Bunların çoğunun askerlikle ilgisi yoktu ve savaşa da gitmiyorlardı. Bunun yanında ölen yeniçerilerin belgelerini kullanarak onların maaşlarını almaya devam eden insanlar da vardı.
İşte bu durum, savaşlarda yaşanan bozgunların ve içerideki büyük isyanların yaşanacağı dönemin başlangıcı oldu. Düzenin tamamen bozulduğu III. Selim döneminde ocağın mevcudunun 140 bine çıkması engellenemedi. Yeniçeri kurumu yeniliğe karşı olan, düzeni reddeden bir kaos yuvası haline geldi ve 1826'da ocaklarının imhasına kadar İstanbul'a kabus yaşattı. Patrona Halil'in yönettiği isyanda Sadrazam Damat İbrahim Paşa ve vezirler boğdurulup cesetleri sürüklendi, III.Ahmet tahttan çekildi. Kabakçı olayında Nizam-ı Cedid yeniliğine karşı çıkan yeniçerilerin terörü sonucunda III.Selim tahttan çekildi. Bu olay sonrasında yaşanan gelişmelerin neden olduğu yeniçeri isyanında ise Alemdar Mustafa Paşa, konağını kuşatan ve tavanı delerek içeri girmeye çalışan yeniçerilere karşı saraydan yardım gelmesi umudunu yitirince barut mahzenini havaya uçurmuş ve kendisi ile birlikte 600 kadar yeniçeriyi öldürmüştü. Yine 1821'de ulufe divanı için ayaklanan yeniçeriler halktan birçok kimseyi katletmekten çekinmedi. Bunlardan çok önce 1656'da yine ayaklanan ve birçok insanı öldürüp ağaçlara başaşağı asan yeniçerilerin sebep olduğu olaylar Vak'a-i vakvakiye diye anılacaktı.
En son 16 Haziran 1826'da ayaklanan yeniçerilere karşı II.Mahmud halkı savaşa çağırdı, topçu sınıfı ve donanma yeniçeri kışlalarını topa tuttu, halkın ve yeni ordunun katıldığı sokak savaşlarında yeniçeri avı başlatıldı, birçoğu yakalanarak idam edildi. Bu büyük trajediyi düşünmek, hayalde canlandırmak bile ilginç geliyor. Tarihimize Vaka-i Hayriye diye giren bu olayın ardından yeniçerilere dair her şey, mezar taşları, nişanlar, kışla yahut şehir kapılarındaki cemaat armaları, rütbeleri, belgeleri tahrip edildi ve hatta yeniçeri adı bile yasaklandı. Yeniçeri kışlasında bulunan Orta Camisi bile halka yeniçeri hatıralarını hatırlatır gerekçesiyle yıktırıldı.
Yeniçeriler sürekli seferlerde olan birlikler olduklarından katı dini kurallara uymaları beklenemezdi. Bu nedenle Bektaşilik ocağın resmi mezhebi durumundaydı. Yeniçeriliğin kaldırılmasından sonra bu mezhep de yasaklandı birçok dergah yıktırıldı.
(Atatürk Sofya'da ataşemiliterlik görevini yürütürken milli kıyafetler ile katılımı öngören bir kıyafet balosu daveti alır. Hemen İstanbul'dan bir yeniçeri kıyafeti sipariş eder ve baloya bu şekilde gider. )
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder