İzleyiciler

10 Eylül 2015 Perşembe

İmparatorluğa Duyulan Aşk Karşılıklı mı?

           Günümüzde oldukça popüler olan eski-yeni tartışmalarında cumhuriyetçilerin ve milliyetçilerin sık sık dile getirdiği argümanlardan biri de o dönemde yaşanan Türk düşmanlığıdır. Bunu genel Türk düşmanlığı/ korkusu yani turcophobiadan ayırmamız gerekir.
             Osmanlı hanedanının özellikle imparatorluğa geçtikten sonra Anadolu'da bulunan Türkmenlere bakış açısıdır kastettiğim. Dönem eserlerine ve deyimlerine baktığımızda açıkça bir hakir görme durumu göze çarpar. 
Birkaç örnek verelim.. 
Türk iti şehre gelince farisice ürer. Tanrı Türk'e irfan çeşmesini yasaklamıştır. Etrak-ı biidrak (idraksız Türk) gibileri ilk aklıma gelenler. Bunun yanında Türk kelimesinin kalın kafalı anlamında kullanıldığı da bilinir. 
Dönem yazarlarından Hafız Hamdi Çelebi 1499'da şöyle yazıyor. 
Sakın Türk'ü insan sanma.
Bir an bile olsa Türk'le birlikte olma.
Türk eline şeker olsa o şeker zehir olur.
Türk'ün başını keserken sakın gam yeme.
Baban da olsa Türk'ü öldür.
            Örnekleri saymakla bitiremeyiz. Sadece deyimler ve dizeler ile sınırlı da değildir, özellikle Kuyucu Murat gibilerin uygulamaları da fikir verebilir bize bu konuda. Dolayısıyla ben (Selçuklulardan itibaren) Osmanlı döneminde bariz bir Türk düşmanlığı, daha doğrusu Türkmen (yerleşik olmayan) düşmanlığı olduğu konusunda şüphe duymuyorum. 
            Sebeplerine gelirsek, Osmanlı bugün bildiğimiz anlamda bir ulus devlet değil bir imparatorluktur. Bu imparatorluk, yönetim yetkisinin kendisine Tanrı tarafından bahşedildiğine inanan bir hanedan ailesi tarafından yönetilir. Basit anlamda devlet, topraklar ve bunların üzerinde yaşayan insanlar hanedanın mülküdür. Bugün bildiğimiz anlamda bir millet bilinci pek yoktur. 
            Bir tespit hatırlıyorum. Toparlarsam, Çatalca kırsalında yaşayan Rum için İstanbul'un Türkler tarafından fethedilmesi hiçbir önem taşımaz. Hayatında bir değişikliğe sebep olmaz. Sadece ürettiği tarım ürününü şehre satmak için götürdüğünde, kapıdan geçmek için vergi ödediği otorite değişmiştir. İmparatorluk iklimi tam da böyle bir şeydir. 
           Yerleşik olmayan Türkmenler ise özellikle geleneklerinden gelen alışkanlıklar sebebiyle devlete sürekli vergi ve asayiş problemleri yaratmaktaydı. Özellikle verilen tarım bölgelerinin ekiminin bırakılıp yağmaya çıkılması başlıcasıdır bu sorunların. Zaten ilerleyen dönemde Safevi Şahı'na mezhepsel olarak daha yakın olan Türkmenler başkaca asayiş problemleri de teşkil edecekti.  
           Tüm bu sebeplerden dolayı hanedan Türk'ü mülkünde sürekli sorun çıkaran bir topluluk olarak görür. İmparatorluklar (eski tip imparatorluklar, örneğin Britanya bence bu tanımın dışındadır) milliyetçilik davası güden yapılar değildirler. Bir ağa için tarlalarında çalışacak, diğer aşiretlere karşı kendisine sayısal üstünlük yani güç kazandıracak marabanın vasfı/ kimliği nasıl pek önemli değilse; genişletilmiş oranda imparatorluklar için de durum bundan ibarettir. 
           Türk Anadolu'dan asker toplanması gerektiğinde gerekli insan gücünü sağlasın, adı belli olmayan coğrafyalarda padişahın şan ve ganimet açlığı için ölsün, kalanları kendilerine gösterilen tarlaları ekip vergilerini versin. Çerkes hareme ve saraya güzel kızlar göndermeyi kesmesin. Ermeni ve Rum zanaatını devam ettirsin.. gerisi hanedan için pek önemli değildir. 
         Bu sebepten bu klasik imparatorluklardan kurtulan milletler genel ve normal olarak bu zamanları kayıp olarak görür. İmparatorluk boyunduruğundan kurtulup özgürlüğe kavuşmak penceresinden bakarlar olaya. Çünkü uzunca süreler kendisini hanedan olarak konumlandırıp bu toplumların egemenliğini gasp eden insanların elinden kurtulmuşlar ve iradelerini ellerine almışlardır. Bir tiranın keyfi için kendilerini ilgilendirmeyen uzak coğrafyalardaki savaşlara sürüklenmekten kurtulmuşlardır. 
          Bizim için de böyle değil midir? Anadolu'yu zenginleştirmek, çoğalmak, ilim ve teknikte ilerleyip tarımımızı yapmak varken Yemen çöllerinde yahut Kuzey Afrika'nın adı bilinmez yerlerinde nesiller kaybettik. Buna rağmen hala şurayı aldık burayı aldık peşindeyiz. Hayır, tüm imparatorluk sevdalılarına söylüyorum. Siz almadınız, Osmanoğlu aldı ve mülküne mülk kattı. Siz muhtemelen ilk hücumda kesilerek öldürüldünüz ve cesedinizi adını bile bilmediğiniz bir coğrafyanın akbabaları yedi. 
         Bir hanedanın kulu olmaktan kurtulan insanların hala Osmanlı diye tutturmaları patolojik bana göre. Gerçi “önceki hayatınızda kimdiniz” muhabbeti gibi. Osmanlı dönemi denince herkes Kanuni olacağım sandığı için, o şatafat hoşa gidiyor olabilir. Lakin o tepe noktası dışında sadrazam olsan fark etmez. Bir despotun iki dudağı arasında kellen. Bu mu özlenilen şey? 
          Özetlersek Osmanoğlu için ya da imparatorluklar için onlara karşı kulluğunu, marabalığını bildiğin sürece sorun yoktur. keyiflerini kaçırırsan da kandaşları olman, Türk yahut Rum olman pek bir şey ifade etmez.
 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder